Eczane alacak paramız vardı

O akşam mekonyum kıvamında bir tabak ıspanak yemiştim. Yemyeşil, öğütülmüş yumuşak ıspanak üzerindeki kurumuş yumurta sarısı, bu yemeği yememem konusunda beni gittikçe ikna ediyordu. Ispanağın tadını almamak için, bir kaşık ıspanaktan sonra bazen bir, bazen bir buçuk dilim ekmek yiyordum. Zira, ekmek, doğduğumdan beri tadından bıkmadığım, kutsal besin kaynağımızdı. Sevmediğim halde neden bu yemeği yediğimi bilmiyorum. Tek hatırladığım, başımın arkasını bir an yaktıktan sonra, tüm vücuduma yayılan bir soğuk hissin sahibi olan metal parçasıydı.
O akşam, başımın arkasını sıyırıp geçen şey sarsılmaz marka silahtan çıkan bir mermiden başka birşey değildi. Silahın sesini duyamadım, ama hatırladığım birşey var ki, o da; yüzümün ıspanak tabağına girdiği. Artık gözlerim, yemyeşil bir dünyaya bakıyordu…

Gözümü açtığımda üşüyordum. Birbiri ardına gelen, “Allah rızası için abi” , “Allah sevdiğine kavuştursun” ve “Çocuğum hasta” gibi inlemeye benzer seslerle bir araya gelmiş cümleleri çok yakından duyuyordum. Tam kalçamın üstünde, kalçamın bir buçuk katı büyüklüğünde esmer bir el gördüm. Kafamı kaldırmaya çalıştım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki, kalçamın üzerindeki el üzerimdeki battaniyeyi kafama çekti. Birileri, dış dünyayı görmemi istemiyordu ve ağzımda hâlâ yumurtalı ıspanak tadı vardı. Battaniye, yüzümü kapattığından beri, iğrenç bir koku yüzünden boğulacak gibi oluyordum ve en kötüsü, bu koku benden geliyordu. Sanırım altıma yapmıştım. Burnumu kapatmak istedim. Elimi, beni kucağına alan insanla kendi vücudum arasından çıkarıp burnumu kapatmak üzereyken, küçücük, esmer bir elim olduğunu gördüm. Dışarıdan gelen, “abi ilaç parası abi, çocuğum hasta” cümleleri aralıksız tekrar ediliyordu. Üzerimdeki battaniyeyi ittirip onun yüzünü gördüm. O, her zaman yol kenarlarında gördüğüm çingene, dilenci kadınlardan biriydi. Buz gibi bir hava ve üzerimde sadece kokuşmuş, eski, yırtık bir tişört vardı. Onun üzerinde de benzer bir giysi…


Ben, dilencinin kucağındaki küçük dilenci çocuğu olmuştum. Bunun nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim, iğrenç bok kokusunda, insanlardan para dilenmek için cümle içinde ve görsel istismarda kullanılan hasta çocuk olduğumdu. Ve annem olması gereken o çingenenin söylediğine göre ilaçlarımı almaya paramız yoktu. Hâlbuki kendimi gayet sağlıklı hissediyorum. Bu soğuk havada tişörtle duruyor olmasam ve kıçımı her hareket ettirdiğimde yakan şu bok olmasa, kalkıp halay çekebilecek kadar sağlıklıydım. Noluyo ulan burda dedim. Ses bebek ağlaması şeklinde çıktı. Ama dilenci kadın anlamış olacak ki, bana sert bir tokat çaktı. Yerimden kalkabilsem, o dilenciye ağız burun girişecektim. Ama ben artık el kadar siyah bir çocuktum. Bir tokat daha yememek için sustum.

Ben buraya nereden gelmiştim, geri nasıl gidecektim? Bunları düşünmeye zamanım yoktu. Tek istediğim, birilerine, küçük, çingene bir bebek değil, 23 yaşında bir polis olduğumu söylemekti. Götümdeki bok iyice yakmaya başladı. Yerimde kıpırdamaya çalışırken, çingene kadının cebine tutunduğumu farkettim. Cebi para doluydu. İlaç almaya paramız vardı. Hatta bu paralarla küçük bir eczane satın alabilirdik. Zaten ne gerek vardı, hasta bile değildim ki. Tüm bunlar kafamı patlatıyordu. Dışardan gelen “Allah ne muradın varsa versin” sözü, beni iyice sinirlendirmişti. İçimden, ulan Allah senin duanı kabul etse, önce kendine dua edersin dedim.

Üzerimdeki battaniyeye bir tekme attım. Annem olması gereken çingene kadın birden susup bana baktı. “Ulan şopar, bi dahat durasın da nafakamızı çıkaralım, yoksa cengiz amcan ikimizi de düzecek” dedi. Tüm gücümü toplayıp, “eh ulan, sokayım sana da cengiz amcama da şerefsiz karı kimsin ulan sen” diye bağırdım. “Abe cinler periler bastı bu şopar herif gibi konuşur” dedi. Sesi titriyordu. “Siktir lan, sensin şopar” dedim. Çingene dilenci kadın beni yere bırakıp geri geri adım atıyor, bir yandan da “la havle” çekiyordu. Ayağa kalktım. “Ulan ne şerefsiz insansınız siz, götüm bok içinde bi altımı değiştirmemişsin, cebindeki yüzlüklerle bi kamyon molfiks alınır” dedim. Arkasını dönüp koşup kaçtı.

Şopar başıma kalmıştım sokak ortasında. Burası neresiydi, ben kimdim, neden burdaydım? Bunları düşünmek istiyorum ama donumun içi buna engel oluyordu. Tam o sırada, iki japon kızı yanıma geldi. Anlamadığım dilde birşeyler söyleyip güldüler. Biliyordum, konuşsam onlar da kaçacaktı. Çünkü normal şartlar altında, “bebek bir şopar” konuşamazdı. Birisi beni kucağına alıp havaya kaldırdı. Bok kokusunu duyunca suratını ekşitti. Gene anlamadığım dilde birşeyler söyleyip gülüştüler. Demek ki japonlarda, altına sıçmış bir çocuk eğlenceliydi. İyice sinirlerim bozulmuştu. Bu japon turistleri de korkutmalıydım. Japonun kucağındayken, kapkalın sesimle “I AM A POLICEMAN” dedim. Japon bir anda beni elinden fırlattı. Havada yaklaşık yarım saniye süzüldükten sonra kafamın arkasında bir sıcaklık, hemen ardından da tüm vücuduma yayılan soğuk bir his beni tamamen sardı. Kafamın arkasını kaldırımın kenarına vurmuştum.
. . .
Gözlerimi aralamadan önce hastanede ya da “öteki tarafta” olduğumdan emindim.“Önceki ben” de, “sonraki ben” de kafa arkasından yaralanmıştım. Gözlerimi araladım. Beyaz bir tavan gördüm. Hastanede olduğuma bahse girebilirdim. Acaba hala şopar mıydım, yoksa eski halim miydim? Bunu öğrenmenin tek yolu vardı.

Kafamı kaldırmaya çalıştım. Boynum tutulmuştu. Tam kafamın altında cep telefonum ve silahım vardı ve silahın namlusu başımın arkasını fena halde acıtmıştı. Sağ tarafa döndüğümde arkadaşım Emrah’ı ve Alp’i gördüm. Şimdi herşeyi daha iyi anlıyordum. Dün gece içkiyi fazla kaçırmıştık ve en son yediğimiz ıspanaklı börekten sonra sızmıştık. Ama anlamadığım birşey vardı. O berbat bok kokusunu hala duyuyordum. Sol tarafıma döndüğümde, gördüğüm manzara herşeyi anlatıyordu. Alp’in köpeği coni yer kaplamasının üzerine sıçmıştı. Doğrulup gerildim. Ayağa kalkıp açık pencereye doğru yürüdüm. Tam aşağıdan “abi çocuk hasta ilaç parası abi” diye bir ses geliyordu. Hemen aşağı baktım. Küçük siyah elleri olan bir şoparla göz göze geldim…

Bu yazıyı paylaşmak istersin diye buraya renkli düğmeler koydum
blank
Blog Yazarı
Sezer İltekin
Bu konuyla ilgili bir fikriniz var mı?

5 Yorum