“Derya, İstanbul Üniversitesi’de okuyor” diyor. Bu açıklama, kız arkadaşla, kendinden yaşça fazla büyük olmayan bir dayı tanıştırmasının henüz ikinci cümlesi. Burak, genelden özele gitmek isteyen bir matematikçi gibi, kız arkadaşının, akılda kalması fazla çaba gerektirmeyen özelliklerinden başlamayı tercih ediyor. Genç dayı, yeğeninden aldığı cümleyi beyninde bir değirmen gibi işleyerek, üniversitelerin yapısı hakkında herhangi bir fikri olmadığı hâlde, çevreden duyduğu, akademik bir terimle süslü, tok sesli soruyu soruyor.
“Hangi fakülte?” sorusuna, Edebiyat Fakültesi 3. sınıf cevabını veren kız arkadaş, genç dayıya “Aslında dördüncü yılım ama bir sene hazırlık okudum.” gibi ek bir bilgi vererek, âdetâ hangi fakülte sorusunu ödüllendiriyor.
Saat öğleden sonra iki. Burak, kız arkadaşını dayısıyla tanıştıralı henüz yarım saat oldu.İki sevgili, koskoca İstanbul’da Burak’in dayısıyla aynı metroda karşılaşmış olmasalardı, şu anda herhangi bir Starbucks’ta Espresso Macchiatolarını içiyor olacaklardı… Fakat şu anda Sultanahmet civarında, üzerlerini tavlaların ve satranç tahtalarının kapattığı, minyatür masaları olan küçük bir çay bahçesinde, beyaz, tombul fincanlarla çay içiyorlar. Burak sıkılıyor. Beş yaşındaki kuzeni Serkan’dan söz açıyor.
“Nasıl, büyüdü mü bizim adam” diyor. Halbuki geçen hafta cuma günü beraberlerdi. Bu sorudaki gereksizliği sezen genç dayı, “yengenle bize rahat vermiyor ki” gibi, soruyla öznesi aynı, yüklemi farklı olan bir cevap veriyor. Burak ve Derya soğuyan çaylarından son yudumlarını aynı anda alırken, Burak, dayısının, sağ masadaki, mini etekli bir bayana odaklandığını görüp rahatsız oluyor. O anda Deryayla göz göze geldiğinde, Derya’nın gözlerindeki “oha” ifadesini çok derinden hissedebiliyor. Dayısı tarafından mahçup edildiğini, fakat bunun kendisiyle ilgisi olmadığını, virgülüne kadar anlatan savunma karakterli bir kaş ifadesiyle kız arkadaşını yatıştırıyor. Genç dayının gözleri hâlâ, avına odaklanan bir ayı gibi, sağ masadaki kadının bacaklarında. Burak dayıyı uyarmak için, hava ne kadar sıcak diyor. Havanın sıcaklığı dayının içindeki ılık rüzgarlarla çarpışınca, genç dayının suratı henüz hapşırmış insan suratına dönüyor. Evet, çok sıcak diye kekeliyor.
Kız arkadaş, ilk görüşte pek soğuk gelmeyen genç dayıdan soğudu. Dayının yüzüne bile bakmadan “Burak ben lavaboya gidiyorum” deyip masadan uzaklaşıyor. Lavaboya gitmek fiili, Derya’nın ağzından, bir zamanlar üzerinden imparatorlar, padişahlar geçmiş toprakların ruhundaki medeniyeti canlandıran bir dil oyunuymuşçasına kıvranarak çıkıyor. Tabii Derya birazdan o topraklara, insan böbreği tarafından üretilip idrar kesesinde biriktirilen ve üretradan vücut dışına atılan bir miktar sıvı katkısında bulunacak. Deryanın masadan uzaklaşmasıyla, genç dayı ve Burak, ilk hamleyi birbirlerinden bekliyorlar. Genç dayının yapmış olduğu bir ayılıktan doğan utancı yeğeninin dayısıyla paylaştığı, trajik bir kader oyunu bu. Bunalımdaki bir ergen yüzsüzlüğü göstermeyi çözüm olarak gören dayı, “ne karı ama di mi” sözüyle sessizliği bozarak, postsuz bir ayıyı oynuyor. Burak, kız arkadaşı toprağa katkıda bulunup gelmeden, dayısının durdurma düğmesine basmak istiyor. “Ayıp olmuyor mu dayı” derken, fazla ciddi olmamaya dikkat ediyor. Zira, dayısıyla arasının bozulma ihtimali, genç dayının son ayılık denemesinden sonra, hâd safdaha. Burak’ın suratındaki, korkak ergen ifadeyi gören dayı, “bırak bu ayakları oğlum, tek çiçekle bahar geçmez” diyor. Yok dayı o değil de gibi saçma ifadelerle geri çekilen burak, artık son fırsatı olduğunu düşünerek, “Derya şimdi gelir dayı” diyor. Çok çiçekli bahar avcısının sırıtmış ifadesi, kaza yapan bir arabanın patlamış havalı camına dönüyor. Sonunda Burak, kaydadeğer bir hamle yapmayı başardı. Yarım dakika kadar göz temasında bulunmayan dayı-yeğen, kız arkadaşın gelmesiyle, bir defaya mahsus göz göze geliyor. Derya’nın makyajındaki kontrast, geçen zamanın, toprağa katkıdan ibaret olmadığını gösteriyor. Lavabo çok kalabalıktı diyor Derya. Burak onu başıyla onaylıyor. Aradan bir dakika geçmemesine rağmen, dayının gözleri yine mini etekli bayana kayıyor. Boş fincanları almaya gelen garson, önce mini etekli bayanın masasına uğrayıp, herhangi bir isteği olup olmadığını soruyor. Bir meyveli soda alabilir miyim diyor etekli bayan. Hipnotize olmuş postsuz dayı, ben de bir tane alabilir miyim dediği anda, garsonla arasında yaklaşık 4 metrelik bir mesafe olduğunu fark ediyor. Garson, etekli bayan, burak ve kız arkadaşı, hiç konuşmadan dayıya bakakalıyorlar. Mini etekli bayanın bakışları sertleşirken, garsonun bakışları daha yumuşak bir şekle bürünüyor. Garson dayıya doğru yaklaşarak, istediği şeyi bildiği halde, tekrar ne istediğini soruyor. Daha önce hiç meyveli soda içmemiş olan dayı, “bi meyvalı soda” diyor. Artık rezil olmaktan harap düşen genç dayı, siz bişey içer misiniz gençler gibi insani bir soru soruyor. Burak, yok dayı sağol diyor. Derya cevap vermiyor. Birkaç saniye Derya’ya bakarak bekleyen dayı, sınıfta gaz kaçırmış bir öğrenciye dönüyor. Garsona, başka birşey yok diyor. Garson arkasını dönmeden, kız arkadaş Burak’a, “Burak kalkalım mı” diyor. Bu defa da Burak cevap veremiyor. Yanından geçen garsonu “pardon” diyerek durduran mini etekli bayan, “Lavabo nerde?” sorusunu soruyor… Dördü de aynı anda ayağa kalkarak, yürümeye başlıyorlar. Kasaya yaklaşan dayı, yeğen ve kız arkadaş, elinde meyveli soda olan bir garsonla karşılaşıyor. “Sodanız?” diyor garson, dayı soda bardağını eline alıp kasaya doğru yürüyerek içmeye başlıyor. Derya Burak’a isyankâr bir sesle haykırıyor: Lavaboya gitmek istiyorum!
‘d’ayı’ nın tasvir edildiği cümleler süper komik ve gerçekçiler, güldüm :D
lavaboysa, aslında o bi ‘araç’, orda hangi delik olsa girilir, benzer olaylarda ..
Sorun çözülüyor #1
Sorun çözülüyor #2
Sorun çözülüyor #3
Sorun çözülüyor #4
Sorun çözülüyor #5
Sorun çözülüyor #6
Sorun çözülüyor #7
Sorun çözülüyor #8
Sorun çözülüyor #9
Sorun çözülüyor #10
Sorun çözülüyor #11
Sorun çözüldü :)