Bundan yıllar önce Açıköğretim İçin 10 Altın Kural başlıklı mizahi bir yazı yayınlamıştım. Bu yazı on binlerce, hatta belki yüz binlerce kez okundu. 100’den fazla kişi altına yorum yaptı. Tamamen eğlence amaçlı yazılmış bir yazı için beni sosyal medya hesaplarımdan ekleyip akıl danışmak isteyen onlarca kişinin yanında “verdiğin taktiklerle okulu bitirdim” diyen bile oldu. O yazıda açıköğretim okumanın çok kolay bir iş olduğunu, derslere çalışılmaması gerektiğini, sadece çıkmış sorulara bakarak derslerin geçilebileceğini yazmış ve “zaten ders çalışacak biri olsaydınız, büyük ihtimalle açıköğretim okuyor olmazdınız.” diye bir cümle de kullanmıştım. Yazdıklarımı ciddiye alan kişilerden tepki yorumları gelmişti. Her şaka içinde bir parça gerçek barındırır derler, gerçekten öyle. 2008 yılından beri, 2 senelik boşluk hariç toplam 7 yıldır açıköğretim okuyan biri olarak söyleyeceklerim var.
2008 yılında sınavsız dikey geçişle girdiğim Açıköğretim İşletme Fakültesine 2. sınıftan (daha doğrusu hazırlık sınıfından) başladım. Aynı zamanda örgün olarak başka bir bölüm daha okuyordum. Ders sayısının az olması sebebiyle o sene zorlanmadan üçüncü sınıfa geçtim. Üçüncü ve dördüncü sınıflarda asıl kitapları hiç açmadan, yoğunlaştırılmış tek parça çalışma kitabına şöyle bir bakarak geçtim ve 2011 yılında tek bir bütünleme sınavına girmeden mezun oldum. İki yıl ara verdikten sonra, 2013 yılında “ikinci üniversite” kapsamında Medya ve İletişim bölümüne kayıt oldum. Bu bölümü seçmemin sebebi blog yazarlığını bir iş gibi görüyor olmam ve sevdiğim iş üzerine bir eğitim almış olmak istememdi.
4 dönemin tamamınını Onur Belgesi ile 3,00 ortalamanın üzerine çıkarak tamamladım ve bu bölümden de 2015 yılında, tek bir ek sınava girmeden mezun oldum. Peki çok mu çalıştım? Hayır. Derslerin adını sınavdan 45 dakika önce öğreniyor, yalnızca son 3 veya 4 yılın çıkmış sorularına (ve onların da yalnızca doğru cevaplarına) bakıp sınava giriyordum. 20 soruluk sınavda ortalama 5 soru sınava girmeden 1 dakika önce baktığım çıkmış sorulardan çıkıyor, 5-6 tanesi hiçbir bilgi gerektirmeden yalnızca mantıkla çözülüyor, geri kalan 9-10 sorunun hepsini a yapınca oradan da 3 doğru gelse 70 puan. Tertemiz.
Medya ve İletişim bölümünden mezun olduğum yıl olan 2015’te Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümüne başladım. Hazır o sene yarı profesyonel Canon 70D makine de almıştım. Kullanım kılavuzu yerine okuyacaktım işte. İlk 2 dönemi yine Onur Belgeleriyle beraber bitirdim. Aynı şekilde bu bölümde de sınavdan önceki son yarım saat, önceki yıllarda çıkmış sorulara bakmak dışında hiçbir çalışma yapmıyordum. Fotoğraf makinelerine ve bilgisayar dünyasına aşina olduğum için bu bölümde de hiç zorlanmamıştım.
Anadolu Üniversitesi, bundan yaklaşık 3 ay önce Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının kendilerine gönderdiği bir resmi yazıya istinaden, internet sitesi üzerinden açıköğretim sistemi ile ilgili bir duyuru yaptı.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının yazısı gereği, 2016-2017 Öğretim Yılından itibaren Anadolu Üniversitesi Açıköğretim, İktisat ve İşletme Fakültelerinde, sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde çoktan seçmeli beş seçenekli test tipi sorularda, dört yanlış cevabın bir doğru cevabı eksiltmesi, Anadolu Üniversitesi Senatosunun 04/10/2016 tarihli ve 7/8 sayılı kararıyla kabul edilmiştir.
Kasım 2016 itibariyle 1.643.545 açıköğretim öğrencisi bulunan üniversitenin bu kararına öğrenciler aşırı tepki gösterdi. Kararın duyurulduğu günden bu yana, üniversitenin Facebook sayfasındaki paylaşımların altında tepki mesajlarından başka neredeyse hiçbir yorum yok. Genel kanı, üniversitenin daha fazla para kazanmak için sistemi kasıtlı olarak zorlaştırdığı yönünde. Yalnız şöyle bir şey var ki aynı uygulama, Açıköğretim hizmeti veren bir diğer üniversite olan Erzurum Atatürk Üniversitesinde de hayata geçirildi. Üstelik bu uygulamanın kaynağı en başta da belirttiğim gibi üniversiteler değil, YÖK olarak bilinen Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı.
Hâl böyle olunca benim için işler değişti. Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümünün ikinci sınıfında sallama bonusum gitmiş, yerine doğru bildiğim sorunun yanlış çıkması halinde puan kaybetme riski gelmişti. Çıkmış soruyla falan olacak iş değildi anlayacağınız. 2016 yılında, güz dönemi ara sınavına bir hafta kala oturdum, 6 dersi 6 günde hızlandırılmış bir şekilde bitirdim. Bildiğin, normal kitaplarını okudum üniversitenin. Sınav sonucunda en düşük notum 50, en yüksek notum 100’dü. Bu şartlar altında benim için gayet güzel bir sonuçtu. Dört yanlışın bir doğruyu götürmesi durumu beni çalışmaya sevk etmişti. Her ne kadar eskiye göre çok daha fazla efor sarf etmeme sebep olsa da bu sistemin asıl olması gereken sistem olduğunu düşünmeye başladım. Tabii benim dışımda böyle düşünen yoktu. O halde hep beraber düşünmeye çalışalım diye bu yazıyı yazdım. Artık konuya gireyim.
Ülkemizde yapılan birçok sınavda dört yanlışın bir doğruyu götürmesi ile amaçlanan nedir öncelikle onu bir düşünelim. Bir soruya yanlış cevap verdiğimizde neden cezalandırılıyoruz? Kafamızı çok fazla yormadan bulabileceğimiz yanıt belli: cevabını bilmediğimiz soruların cevaplarını sallamayalım diye. Peki neden sallamayalım? Sallamak bizim hakkımız değil mi? İşte asıl mesele bu noktada çözülüyor. Sallamak bir hak değil. Biz lisedeyken çok sık dönen bir geyik vardı, belki bilirsiniz. Öğrenciler kendi aralarında “15 gün devamsızlık hakkımız var” diye konuşur, öğretmenler de o bir hak değil diye laf anlatmaya çalışırdı. Her neyse. Açıköğretim sınavı yapılırken ölçülmeye çalışılan şey o ders hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğumuz ise salladığımız cevaplar bu ölçümün yanlış yapılmasına sebep oluyor.
Bakıyorum da insanlar “bu yaptığınız haksızlık, size hakkımızı helal etmiyoruz” gibi yorumlar yapıyor bahsettiğim sayfada. Allah aşkına, sınavda çıkan sorunun cevabını sallayamıyorsun diye üniversiteye hakkını neye dayanarak helal etmiyorsun? Biz çalışan insanlarız, hem çalışıp hem okuyoruz ne zaman ders çalışalım, biz örgün öğretim mi okuyoruz sanki diye isyan ediyorlar. Kaydımızı sileriz, bu sistem kalkmazsa okulu bırakırız diyerek üniversiteye maddi bir gözdağı veriyorlar. Çünkü baktıkları pencere yanlış.
Bugün hangimiz ben açıköğretim mezunuyum deyip göğsümüzü gere gere iş arayabiliriz? Açıköğretim mezunu olmak ülkemizde askerliği 12 ay yerine 6 ay yapmak dışında başka bir işe yarıyor mu? Yaramıyor değil mi? Örgün öğretim okuyup sizinle aynı bölümden mezun olmuş biriyle kendinizi kıyaslayıp, ben bu bölüme bu kişiden daha hakimim diyebiliyor musunuz? Peki şöyle sorayım: İşverenler sizi mi tercih eder yoksa adı sanı duyulmamış da olsa örgün öğretim veren bir üniversiteden mezun olmuş “diğer” kişiyi mi? Pencereyi biraz daha açayım içeri hava girsin: Siz işveren olsanız açıköğretim mezununu mu işe alırsınız yoksa örgün öğretim mezununu mu? Evet, kendinizi işe almazsınız. Peki neden?
Açıköğretim, askerliği kısa dönem yapmak için okunan, sınavlarına “geçmek için” girilen, mezun olduktan sonra okuduğumuz bölümle ilgili hiçbir şey hatırlamadığımız, yılda 400 küsür lira verdiğimiz için bize diploma vermek zorunda olduklarını sandığımız bir sistem. Böyle kabul etmişiz, yorumlar bunu gösteriyor. Peki tam tersi olsaydı güzel olmaz mıydı? İşte ben bu yüzden 4 yanlışın 1 doğruyu götürdüğü sistemde her şeyin daha güzel olacağına inanıyorum.
1 milyon 643 bin kişiden bahsediyoruz dikkat edin. Herkesin üniversite mezunu olabildiği fakat üniversite mezunu olmanın para etmediği ülkemizde “ben de üniversite mezunu olayım” diye açıköğretim okuyan küçük bir ülke nüfusu kadar insan. Gerçekten örgün öğretimde okuma imkanı olmayan fakat azimli, hırslı ve başarılı insanların bir meslek sahibi olabilmesi, asgari ücret alan bir işçinin akşamları ders çalışıp açıköğretim okuyarak çalıştığı yerdeki statüsünü yükseltebilmesi ancak bu milyonluk kitlenin on binlere düşmesiyle mümkün olur. Bu düşüş de insanların, açıköğretim okumanın gerçekten meşakkatli bir iş olduğunu anlayıp kayıtlarını sildirmesiyle olur.
Lütfen bana kızmayın, ben de sevmiyorum gündüzleri çalışıp akşam eve geldiğimde ailemle vakit geçirmek yerine odaya kapanıp ders çalışmayı fakat bir üniversite diplomasına sahip olmak ancak emek ve özveri ile gerçekleşsin istiyorum. Hak edenler ile hak etmeyenler (ben hak etmiyorsam dahi) birbirinden ayrılsın istiyorum. Aynı bölümü açıköğretimde okuyanın, örgün öğretimde okuyandan farkı olmasın istiyorum. İşverenler, bu kişi açıköğretim okumuş, aradığımız kişi bu desin istiyorum. Çünkü eminim, onları tanımıyor olsak da birileri gerçekten bunu hak ediyor.
Oraya kaydolanların birçoğu ‘parasıyla değil mi, alırız bir diploma’ mantığı ile yaklaşıyor olaya. O kadar büyük bir rakamın içinde gerçekten okumak için oraya gidenler elbette vardır. Kalan büyük çoğunluk ya askerlikten yırtmak için ya da ‘ikinci üniversite okuyor/okudum’ demek gibi havalı (!) bir söylem için oradalar.
Esasında bütün bir eğitim sistemi üzerine yeniden kafa yormak gerekiyor. Ama bizde yıllar boyu eğitim, bir devlet politikası olmak yerine hep bir hükûmet politikası olagelmiştir. Bu yüzden de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar her aşamada sürekli değişen sistemler eğitime bakışımızın ne kadar problemli olduğunu da göstermektedir.
Bir ergen atasözünde dile getirildiği gibi “bence çok da şeaapmamak lazım.” :)
Parası olan alır, diğeri ise alamaz. Yürürlük böyle, yapacak bir şey yok.
Gerçekten çok güzel bir yazı. Çok güzel noktalara değinmişsiniz.
merhaba abi,
elbette her zaman olduğu gibi çok güzel bir yazı:) 3 idiots filmini hatırladım: diplomanın değil öğrenmenin önemli olduğu gerçeği…
Benim anlamadığım neden bu ülkede herkes üniversite bitirmeye çalışıyor? Bir meslek edinip bunu geliştirseler daha çok yararlar ülkeye. Bir zorunluluk gibi illa üniversite mezunu olmak nedir? Ki bunların pek çoğu boş bölümler.
Kesinlikle doğru yapılmıştır efendim. Hatta şartların birazcık daha zorlanması gerekmektedir kanımca. İnsanların tek amacı diploma olmuş efenim, onlar bir şey öğrenmeye gitmiyorlar.
4 yanlışın 1 doğru götürmesi doğru bir hareket değil bence normal üniversitede yaptığın bir yanlış puanını etkilemiyor. Hatta normal üniversite de geçmek daha kolay bence yanlış olmuş.
Örgün öğretimde 20 soruluk test şeklinde mi yapılıyor sınavlar?
Dört yanlış bi doğruyu alıp nereye götürüyor acaba… :) [ güldür güldür show ]
Gülümsettiniz :)
Bulaşıcı demek ki… sizde aynı şekilde gülümsettiniz… Teşekkür ederim… :|
Bu olaya karşıyım yanışalrın doğruları götürmesi sacma bence. Güzel makale olmuş elinize saglık.
Yok ya ! İyi de o isler öyle olmuyor işte! Sorduklari soru adedi 100 olsaydi soylediklerinize harfiyen katilmayi bende tercih ederdim. Ama ne yazikki 20 soruluk bir test icin 4 yanlisin bir dogruyu götürmesi kesinlikle emek hirsizligidir. Örgün öğretimde 4 yanlis bir dogruyu goturmuyor. Daha onceki yazinla arada dunyalar kadar fark var. Aof Yalakaligi degilde biraz gercekler hakkinda yazilar yayinla. Seo metinleri yazmakla olmuyor bu isler iste.
bu ulkede tanıdıgın olmassa dıplamanda emeklerınde bosa gıdıyor. keske bole olmasa ama gercek bu
Yazı çok güzel elinize sağlık..